Zamanın yetmediği bir çağdayız. Hep bir yerlere yetişmeye çalışıyoruz: işe, okula, toplantıya, eve… Ama asıl yetişmemiz gereken yere, kendimize, bir türlü varamıyoruz.
Sabah uyanır uyanmaz telefona uzanıyoruz. Gün boyu bildirimler, mailler, koşturmacalar arasında kayboluyoruz. Akşam olunca da yorgun ama huzursuz bir şekilde yatağa giriyoruz. Peki, ne zaman gerçekten yaşıyoruz?
Hayat, hızlandıkça güzelleşmiyor. Bazen bir kahveyi ağır ağır yudumlamak, yürürken gökyüzüne bakmak ya da bir dostla sessizce oturmak her şeyden daha değerli.
Belki bugün ilk defa hiçbir yere acele etmeden yürüyün. Telefonu bir kenara bırakın, sokaktaki ağaçları izleyin, yüzünüze vuran rüzgârı hissedin. Çünkü gerçek hayat, acele ederken ıskaladığımız o küçük anlarda gizli.
Unutmayın, zaman sizi kovalamıyor. Asıl mesele, sizin kendinizi ne kadar sıkıştırdığınız.