İnsan zaman ve mekanın eseridir, bulunduğu çağın çocuğudur. Fikirlere ve davranışlara çevre ve mekan yön verir. 


Ama insan Ahsen’i takvim üzerine yaratılmıştır. Güzel huyludur. İnsan kıymetlidir. Çünkü insan kainatın özü, ta kendisidir. İnsanın içinde bir kainat vardır. İnsan yüreğindeki kainatta ya dirilir ya ölür. İnsanlar bedenlerinin iletişim kurmasını yaşamak zannediyor. Ama beden sonludur. Sonsuz olan ruh ve kalptir. Kalbi kararan nasıl kainatı idrak edebilir. Kibir, hırs, öfke, kin, nefret bu duygular insanı yüceltmez ki. Hikemi bir gözle değilde karanlık bir gözle insanlar birbirine ve kainata baktığı için varlığı idrak edemiyor.


Hep bir telaş, hep bir koşuşturma. Sonuç koca bir hüsran. Bilmek akılla değil, kalple olur. Akıl sadece gördüğünü idrak edebilir. Akıl üstünlüğüne güvenenler ebedi kaybedenler olmuştur. Akıl bilir, bazen bu bilgi hevesata kurban gider. İnsan kendini dünyada konumlandıramaz. Konumlandıramadığı içinde insanlığından uzaklaşır. Kalp ise görünenin ötesinden haber verir. Kalp temizlendikçe  gözle gördüklerimizi  görmemiş  olduğumuzu fark ederiz. Kalp ebedi varoluşun yegane kapısıdır. İnsan bu kapının kilidini ehline teslim etmeli, yoksa bu dünya hayatı manen bir cehenneme dönüşür.


İnsan medeniyetin, medeniyette insanın eseridir. Birbirlerini beslerler. Eğer bir medeniyet medenilik vasfını yitirmişse sadece ceset yetiştirir. Medeniyetin kendine sunduğu cesede hapsolan insan aslında özgürlüğü tanıyamamıştır. Çevreye bakıp insanların hareketlerini ve davranışlarını gözlemleyince bir özgünlük görmek çok zor. Özgün olmayan özgürlükten bahsedemez. Ebedi medeniyetlerin ruhu hep vardır. Ruhu olan medeniyetin insana verebileceği en büyük hediye o ruhun ortaya çıkmasını sağlamaktır. İnsan en çok kendine yani ruhuna yabancı. Ağza alınmayacak kelimeler, kalp kırıcı sözler insanın bu çağda en çok kaybettiği şeyin kendisi olduğunu gösteriyor.