Bir şairin ardından çok şey vardır söylenecek. Onun ardından yazılan ve söylenenlere baktığımızda 43 yıllık bu hayata ne güzel anılar bırakarak göçüp gittiğini görüyoruz.
Hayatının yaralarını başkalarına göstermenin bir yararı olmadığını söyler. “Yaram var diye konuşmaya başlarsanız bir kısmı yaranıza bakmaya gelir, bir kısmı yaranızı taşlamaya. Ama yara aynı yerde kalır”.
Geride kalanlara vasiyeti  “Sanmayın bir merasim talebim olacak sizlerden. Çoktandır yerimi yadırgamıştım zaten. Pahalı istekleri olmuştu dersiniz ardımdan. Meselâ sevmek istemişti diye söylersiniz nezle olmuş bir kızı” olmuştu.
Toplumda eksik olan şeyin merhamet olduğunu dile getiriyor: "Kimse inanmıyor dünyadaki en güzel yönetim biçiminin 'merhamet' olduğuna" diyerek dünyadaki en büyük sorunun çözümüne ışık tutmayı hedeflemişti besbelli.
İnsanın gerçekten anlaşılmaya ihtiyacı olduğunu ancak hiç kimsenin anlama gibi bir gayretinin olmadığını şu cümlelerle ne güzel ifade ediyor: "Beni bir mahcubiyet kendine hayran bıraktı. Seni anlamış gibi yapanlar sana eziyet verirken, kan-ter içinde kalmanın merhemidir, aldırış etmemek kimseye"
Ölmenin sırası yaşı yoktu ona göre "Hepimiz ölecek yaştayız." demişti.  Dünya sürgünü bitmeden önce "Neye üzüldüğünü anlatamamayı siz bilemezsiniz" dedi ve şimdi dediği yerdeyiz. İnsanlar ne yazık ki göründüğü gibi olmuyor  'Kim demiş uzaktan göründüğü kadar naziktir insan, bende artık yürünecek yol kalmadı, beni yeniden doğur, beni bırak yollara' diyerek taşı gediğine koyuyor.
Bazen hislerinizi başkalarına anlatmak için çırpınırsınız ama kelimeler kifayetsiz kalır. "Kim tercüme edecek yana düşş kollarımı. Tanrım bari sen konuş, en çok dili bilen sensin" diyerek bu çaresizliği dile getiriyordu.
Günümüzde alkışlayanlara aldırmamak gerektiğini, alçak gönüllülüğün en büyük marifet olduğunu “Kötü insanlar delirmek için sebep arıyorlar. On kişi sizi sokakta alkışlamaya başladığında siz kendinizi çok önemli bir yere koyuyorsunuz. Kendiniz önemli değilsiniz ama sizi alkışlayanlar önemsetiyor. Ne iş yapıyorsanız yapın alçak gönüllü olmakta fayda var” diyordu.
Sen acının, mahcupluğun şairiydin. Sen anlatmasan da yalnızlığını anlayabiliyordum. Bütün şiirlerini okuyarak veda ediyoruz sana. “Hayat, zaman kavramı olduğu için doğmakla başlıyor; ölümle sona eriyor. Zamanın olmadığı her yer ve her şey sonsuzlukla tanışacak” demişti. Evet sonsuzlukla tanışma vakti erken geldi Bülent Parlak’ın. Zamanın hükmünün olmadığı o mekân cennetin olsun.
“Biraz yağmur kimseyi incitmez”. Her insan kendi masalının peşinde koşuyor. Koca bir ömrü bir hikâye kurmak için yaşıyoruz. Anlatacak bir şeylerimiz olsun, bizden geriye bir hoş seda kalsın istiyoruz. Sevenlerin kalbine çarparak çoğalacak bir büyük hece, sadece sevginin telleriyle titreşecek bir cümle. O kısa ve öz ifadelerle, mısralarla ne güzel anlatmıştı meramını. Tabi anlamak isteyenler anladı anlattıklarını. Görmek isteyenler gördü işaret ettiklerini.
Kolay zaferlerden başı dönenlerin, Her şeyi bir anda çok sevenlerin ve Her şeyi bir anda yok edenlerin arasında Bir gün birbirimizin yanında olmadan öleceğiz. "Neden ben ortalamanın üstünde üzülüyorum ki tüm bu olup bitenlere? Ölüm yaşı kırka düşmeli” diyen Bülent Parlak şairlerin ruhen çok daha hassas ve nazik olduğunu ne güzel dile getiriyordu.
Çağımızı ve insanımızı “Bu çağ nezaket kuralları içinde birbirinden nefret edenlerin çağı” diye tanımlıyordu.  O “Ne kalem yazabildi hâlimizi. Ne cümleler anladı bizi. Ünlem şaşkın, virgül eğri. Bir noktaya gizledik derdimizi” dizeleriyle anlaşılmanın zorluğunu anlatmaya çabalıyordu.
Annesini ve babasını küçük yaşta yitiren nazenin yürekli adam, bu özlemini dile getirirken "Annesi olanlar daha çabuk iyileşir, bunu öğrendiğimde kuşlardan da küçüktüm" derdi Bülent Parlak. "Bir gün anladım ki; ne gidenin geldiğine şahit olan bir kimse var, ne de kalanların özlemini gidereceği bir pazar" gibi daha nicesi sözü kalacak zihinlerde, yüreklerde.
Ayrılığın acısını ve zorluğunu “insan sevdiğine son kez bakamaz. Oysa ben deşilen bir yaranın nereye akacağını bilmeden, ellerim ceplerimde, bir gitmek sakladım” diyerek ne güzel ifade ediyordu. Şairlere de gitmeden önce “Şiir yazan arkadaşlar ölümsüzlüğü istiyorlar. Biz öleceğiz, yazdıklarımız biz öldükten sonra okunacak. Bu ayrımı iyi yapmak ve delirmemek lazım” mısraları ile seslenerek dünya zindanını bırakıp gitti. İzdiham dergisinin bir kapağındaki resim ve şu cümlesi hiç aklımdan çıkmıyor:  “Mezarlıktan korkanın sevdiği ölmemiştir” “Gitmenin en güzeli artık hiç haber alınamamasıdır” diyerek bırakıp gitti. “Ne kadar geç kalırsak kalalım hepimiz kıyamete yetişeceğiz” diyerek buluşmayı işaret ederek terki diyar eyledi. 43 yaşında kalp krizi ile aniden gitti ve dedi ki “Abiden gitmek muhteşem bir şeydir. Daha muhteşem olanı ise asla geri dönmemektir”
Her şeyi anlatmazdı. Her şiirinin gerçek bir hikayesi vardı. Ama sorulduğunda onu yazdıran hikayeyi anlatmazdı. “Anlatsam, yarısında izin alıp gideceğiniz bir hikayedir burası. Dünya bizi nasıl kırdıysa, öyle de gönlümüzü almamayı bildiği yerdir” Mısraları ölümün gerçekliğini hatırlattı bize. Vedası ise kelimelerin kifayetsizliğini. “Olması gerekenlere geç kalırsanız, olmaması gerekenler olur” diyerek yapılması gerekenleri, sorumluluğumuzu ne güzel anlatmıştı. Kadir kıymetin bilinmediği, insanların öldükten sonra değerinin anlaşıldığı bu dünyadan giderken büyük bir hüzün ve güzel hikayeler bıraktı.  Allah rahmet eylesin.

Dr. Muzaffer Yurttaş