Seçim kürsülerindeki konuşmalarda, zaman zaman tarihe, geçmişe göndermeler yapılıyor. Genelleştirerek söyleyelim, 'muhafazakâr kesim' ile 'sosyal demokrat' kesim üzerinden Cumhuriyet dönemine, kuruluş ideallerine, kurucu insanlarına laf yetiştirerek kamplaştırıcı karşılaştırmalar yapılıyor.

'Siyasal tarihi' bu gözle inceleyenler için söyleyelim, böyle bir analizde, demokratik rekabet yerine, halk ile devleti karşı karşıya getiren bir 'algı' doğuyor; böyle bir algı, tahmin edilenden çok daha zararlı bir şekilde Türkiye Cumhuriyeti değerlerine zarar veriyor. Çünkü bu rekabet, sonuçta Türkiye'nin insan kaynağını, farklı düşünce, fikirde olsalar bile bir araya getirecek bir demokrasi zeminin oluşturulması çabalarını 'baltalıyor!'
Öncelikle şunu hatırlatalım; devletlerin bir 'bürokratik mekanizması' vardır; beğenir beğenmezsiniz, esas olan, Hükümet işlerinin yürütülmesinde, bu bürokratik mekanizmanın, hukuki altyapısı ile devletin güçler ayrılığı ilkelerinin işlerliğinin sağlanmasıdır.
Tek Parti döneminde, CHP içinden bu bürokratik yapı ve hukuk sistemi birbirini tamamlar şekilde politika üretmiştir. Nitekim demokrasiye geçiş sürecindeki siyasal aktörler bile bu 'Tek Parti' döneminden çıkmıştır.
Yani demek istediğimiz şu ki: O dönemde CHP demokratik bir kurumu değil, devleti temsil ediyordu...
Buraya kadar tamamsa, gelelim, devlete. Devletin şekillenmesindeki ana temayı anlamak için 1923'ten yaklaşık yüzyıl öncesinden gelen, Türklerin gördüğü katliamların ve sürgün yıllarının bir sonucu olarak bağımsız bir devlete sahip olma arzusundaki hayatiyete dikkat çekmek lazım!..
Hatırlatalım, Mora'da bir gecede 25 bin Türk'ün katledildiği günleri biliyorsunuz değil mi?
Yok hayır bilmiyorsanız, bu devletin kıymetini iyi anlayamazsınız da o nedenle söyledim.
Drau katliamını duydunuz mu?.. İnguş-Haybak'taki kırım sahnelerini bir gözünüzün önüne getirin.
Daha öncesinde de, mesela Kırım'da, 1792'de nüfusun yüzde doksan sekizi Türk olan bir coğrafyada, yaklaşık iki milyon insanın çektiklerini biliyor musunuz?..
Yok hayır bilmiyorsanız, bu devletin kıymetini iyi anlayamazsınız da o nedenle söyledim.
Diyorlar ki Osmanlı'nın çöküş süreci biraz da İttihatçılardan kaynaklanır, doğrudur; 2. Abdülhamit bu 'yıkılma' sürecinde belki 25 yıl geciktirme pahasına ‘modernite’ adımları atmıştır ama öte yandan Anadolu İhtilaline karşı fetva da çıkartmıştır.
Demek istediğim, bu süreçte telgraftan demiryoluna; tıbbiyeden, itfaiye teşkilatına kadar modern hizmet üreten yeni organizasyonlar kurulabilmiştir. Ancak İmparatorluğun yıkılış sürecinde asıl 'parametre', medeniyet değerlerini üretmede 'yönetim felsefesine' ilişkin dinamiklerin artık zamanın ruhuna yenilmesiydi...
Yok hayır bilmiyorsanız, bu devletin kıymetini iyi anlayamazsınız da o nedenle söyledim.
Unutmayın İttihatçılar ilk milli ‘direniş’ kavramının örgütlenmesinde rol oynamışlardır.
Cumhuriyet’e giden yolda bağımsızlığın ve ulusal kimliğin değerini bilmek için mesela 1774 Küçük Kaynarca Anlaşmasından itibaren Osmanlı topraklarının nasıl arka arkaya elimizden çıkmaya başladığını ve nedenlerini iyi anlamak gerekmez mi?
Yok hayır bilmiyorsanız, bu devletin kıymetini iyi anlayamazsınız da o nedenle söyledim.
Biz Türkiye Cumhuriyeti’ni öncelikle kültürel bir uygarlık bilincini Yeni devlete taşıyabilme çabası olarak görürüz; bunları bilmeliyiz ki, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesindeki 'tarihi kodları' iyi anlayabilelim.
Bu kodlardan biri: 'Bağımsızlık Milli bir ülkünün' korunabilmesidir; işte Muhafazakar kesim ile sosyal demokrat kesimin arasındaki mücadelenin temeli budur. Eğer bu kültürel tarihi iyi anlayamazsak, Arap Vahhabiliği etkisi ya da Fransız Jakobenliği üzerinden Şeriat ve Batıcılık 'akımları' bizi sorunlu alanlara götürür...
Bir örnek verelim.
Cumhuriyet, milli bir devlet fikrinden ortaya çıkıyor; demokratik bir düzen arzulanıyor ki Mustafa Kemal Atatürk, o dönemin çok zorlu koşullarına rağmen, kendisine diktatör diyenlere inat, ülkeye demokratik sistemin yerleşmesi için çoğulcu parlamenter sistemi teşvik ediyor.
Buna karşılık 'devlet' fikrinin medeniyet altyapısının harcı karılırken yüzyılların ataletiyle karşı-devrim fikrinin önlenmesine de gayret ediliyor…
Bu dönemi iyi anlamak için emperyalizmle mücadelenin ne anlama geldiğini iyi bilmek gerekiyor; çok uzağa gitmeyin daha yüzyıl önce yabancıların dilim dilim işgaliyle Anadolu'da küçücük bir parçanın içinde tutsak tutulmak isteniyorduk.
Bunları bilmiyorsanız, bu vatanın kıymetini iyi anlayamazsınız da o nedenle söyledim.
Maraş savunmasında Fransızların, Ege'de Yunanlıların yaptığı zulüm belleklerdedir; 1923 yılının yoklukları ve düşmana karşı savaşımızın hatıraları hâlâ canlıdır: Erzak yok, giyecek yok; para yok pul yok; silah yok, top yok!.. Namusumuza göz dikmişlerdi; iç isyanlarla boğuşuyorduk...
Bunları bilmiyorsanız, bu millet şuurunun kıymetini iyi anlayamazsınız da o nedenle söyledim.
Vatan kurtuldu; üstüne İslam coğrafyasında belki de Batı'ya en yakın ve rekabet edebilir müesseseleriyle kendimizi dünyada 'bağımsız' gücümüzle kabul ettirdik. Özgür bir millet olduk; özellikle ilk on yılda ki eğitim bilim hamlelerimizi, demiryolları ve uçak fabrikalarımızı kurduk..
Sen bu yoksulluk içinde, bu akıllara zarar imkânsızlıklarla, yedi düvele; o dönemin büyük devletlerine ki kimi hâlâ Birleşmiş Milletler’in kurucu üyesi olarak Güvenlik Konseyi'nde dünya politikalarında söz sahibi olan emperyalistlere karşı boğuşmuşsun. Devlet olmuşsun, bağımsızsın… Ve eğitim-bilim ve Anadolu kültürüyle harmanlanan bir medeniyet ülküsü kuran ilkeler oluşturabilmişsin;
Ve Mustafa Kemal gibi bir lider bunu başardıktan sonra, Cumhuriyet ve Demokrasi yönetimine dair ‘kurucu değerler’ geliştirebilmiş…
Bu süreci anlamadan dünya görüşlerimizdeki farklılıkların, devletimizin milletimizin Kurucu yapısını tartışmaya açmak, halk ile devleti karşı karşıya getiren bir 'algı' doğuruyor.
Ne yapmak lazım?..
İşte bu iş bütün bütüne bir Kuvayı Milliye ruhudur!.. Bu nedenle Gazi Mustafa Kemal, milletin birliğini temsil eden bir simge olarak gönüllerde yer aldıkça, Cumhuriyet’in medeniyet fikri daha da gelişecektir.
Aksi halde Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı politika argümanlarında veya ‘seçim hesapları uğruna’ siyasal kamplaşma kışkırtmaları Devletle Halkı karşı karşıya getirecektir.
Bu tehlikenin büyüklüğünü anlamayanlar bir Suriye bir Irak’a baksın!...
Bunları bilmiyorsanız, bu toprakların iyi anlayamazsınız da o nedenle söyledim