Büyüdükçe kurduğumuz hayaller küçükken kurduğumuz hayallerden uzaklaşır, ayrışır ve en nihayetinde biraz da yozlaşır. 
Küçük hayal dünyamızın kahramanı genelde kendimiz oluruz. Okulun en güzel, en başarılı, en havalı, en dikkat çeken, en kahraman en en en iyisi bizizdir. 
Sonra ufak tefek hayal kırıklığı başlar, ufak tefek aksilikler ufak tefek sakarlıklarla birleşir. Birileri bizi büyütmeyi biraz utandırarak dener. Birileri biraz kaygı vererek, kimisi omzumuza haddinden fazla yük bindirir. Kimisi çocuklugumuzla çocukça dalga geçer. Büyütecekler ya illa bizi.

Bir an önce büyüsek sanki dünyanın dönüş hızını değiştirip paralel evrende level atlayacak gibi heyecana kapılir kalbimiz.
Kınalı zade-i Ali Efendi diye bir terbiye sistemi varmış yıllar yıllar önce. 
Şimdi gel sen bu devirde o sistemi anlat. Ben görmedim ki anlatayım. Muhtemelen, annemde görmedi, anneannem de ama farkında olmadan hepimiz bu sistemin kıyısından geçtik.
Utandirildik çekingen olduk.
Azarlandik kendimizi ifade etmekte zorlandık.
Yaramazlık yaptık edepsiz olduk.
Konuştuk kafa şişirdik sonra sessizce sessizliğe gömüldük.
Sustuk ve birilerinin bizi anlamasını bekledik.
Hep bir işaret gelsin istedik.
Oysa anlaşılmak için anlatabilmen, işaret için kalbini dinlemen gerektiğini ogrenmemistin.
Öğreniyorum gün geçtikçe kalbimi dinlerken, kalbimin açıdığını, acırken olgunlaştığımı. Sonra büyüdükçe hayatın gölgesinde dinlenmek gerektiğini idrak ediyorum. Yorulunca dinlenmem gerektiğini sadece fiziksel olarak öğrettiler bana. Oysa ruh bedenin ayrılmaz bir parçası. Ruhumu dinlendirdikçe dinginleşiyorum.