Gün gecenin erken saatlerinde başlar. Gecenin en uzun günlerinde sabah kavramı yer değiştirir geceyle. Uykulu mağrur gözler güne adapte olmakta güçlük çeker. Özellikle erken saatlerde işe gidenler. Günü gecenin sonlandığı saatlerde başlatır. Alpay’in fabrika kızında ki gibi gün doğmadan değil, gün aymadan başlar. Günü geceden başlatanlar,yarı açık yarı kapalı gözlerle ayakkabısının bağcığını bağlayıp köşedeki simitçiden yada fırından atıştırmalık birşeyler alır. O köşedeki simitçi mutlaka olur. Mahallenin ya başıdır ya da sonu. Simitini alır poşete koyar, o poşeti bileğine dolar. Ayakları arşınlarken kaldırımları, kaldırım taşları karışır hayallerine. Hayaller dokur beyninin mülteci köşelerine. Üstelik uyukunun yarısı yerdeyken. Kurduğu hayaller yorganı tepesinde, parmak uçlarını kıvırıp, dizlerini yukarıya çekerken olmalıydı. Sokaktaki teneke kutusuna çarpıp, çöp tenekesinin yanındaki kediye pist derken olmamalı... Hayalini kurduğu kartpostal tadında ki fotoğraflar gibi olmalıydı. Fakat o fotoğraftı yaşadığı ise gerçek. Kaldırım taşlarına vuran hayallerle ilerlemek gerek. Uzak ve şehirler arası yolculuğun aksine, kısa ve şehirler arası yolculuklarda uzun uzadıya bir rehavet kaplar içini. İşe giderken bu yolculukta ne rahat oturabilirsin ne de rahat uyuyabilirsin. Kulağına taktığın kulaklıktan açtığın müziğin esintisiyle kendine gelirsin. Araçtan indiğinde yüzünü ısıran soğuğa karşı sıcak hayallerin çarpışır. Gün geceden başlamıştır. Kuzey yıldızı ışıltısını nakşeder gökyüzüne. Tan yeri kızıllaşmaya yüz tutar. Kızılın her tonunu görmek mümkündür fakat baca dumanı rengi körleştirir. Gözler arşa değil önüne eğilir. Gün tüm çıplaklığıyla başlamıştır artık. Gülerek direnmeye başlarsın artık hayata.