Tapınacak bir yer mutlaka olmalıydı. Rüzgar, su, hava, toprak, taş, ağaç. İnsan hükmedince hüküm altında kaldığı varlığı arıyor. Hüküm et. Hükümet. Hüküm kendinden yüce bir varlık olmalı. Kutsal mabetlerde gül rengi şarabın hesabı sorulmaz. Kendinde olmayanı arayan insan içindeki kötülüğü savmanın yolunu iradesine yüklemiş. Başaramadığı zamanlarda içindeki iblis ile kavga etmiş. Ey insan sen ki yüce bir varlıksın ve kendinden yüce olana taparsın gerekirse içindeki tanrıları birbiri ile yarıştırırsın.
Söyle bir iblis ile neden başa çıkamazsın. Ben iblis, Kibrin hükmü altında olan sen. Zevk-i sefanın hükmü altında olan sen. Kendine söz geçiremeyen, anlık heveslere dalan sen. Ben senin içinde ki yansıman. Bir ağacı nasıl emerse sarmaşık! Ben de ruhunu sarıyorum sadece. Tapın şimdi dilediğine fakat kirlenen ruhunu temizlemez nehirler. Ruhumun derinliklerinde iyiliğe sarıp sarmalarken kendimi nasıl oluyor da dış dünya ile bağlantı kurarken bambaşka birine dönüşüyorum? Bu döngüde kendimi dizginlemek için bedenime ızdırap mı vermeliyim? Açlık, susuzluk, kan, yalnızlık... Bütün bunlar olunca olgunluğa erişir mi insan? Beynimi arındırmaya çalıştıkça çelişkili duyguların esaretinden sıyrılamıyorum. Çelişkili ifadeleri adım adım çözmeliyim. Adım adım adımlarken kaldırım taşlarını semaya bakmalıyım. Aklımın yetmediği yerlerde sezgilerimi kullanmalıyım. Kalbimi dinlemeliyim. Özgürlüğün demir parmaklıklarına saplanıp kalmamalı