Bağdat’ta yaşayan bir adam, günün birinde büyük bir mirasa kondu. Hiçbir çaba harcamadan öyle çok mal mülk sahibi. Fakat malın, paranın değerini bilemedi, har vurup harman savurdu; keyfine baktı.
Paralar suyunu çekince de, teker teker malları satmaya başladı. Adam kısa zamanda paraları, malları tüketti, 
Parasız pulsuz kalan adam,

“Allah’ım, bana para verdin, mal mülk verdin, ben değerini bilemedim, hepsini tükettim. Ya bana bir geçim yolu daha göster ya da bu canı alda kurtar beni...” diye yalvarmaya başladı.


Adam o gece bir düş gördü. Düşünde, ona Allah’ın onun dualarını kabul ettiği, Bağdat’tan kalkıp Mısır’a gitmesi gerektiği, orada bir define bulacağı söylendi.Büyük bir sevinçle hemen yola koyulan adam, çok uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra Mısır’a vardı . Mısır’a vardı varmasına da aç ve susuz sokaklarda dolaşmaya başladı. Dilenmekten başka çaresi yoktu ama öylesine utanıyordu ki, gecenin olmasını bekledi. Gecenin karanlığının ardına saklanıp dilenmeye karar verdi.
Fakat o sıralar Mısır’da hırsızlık almış başını gidiyordu. Halife de bekçilere, gece sokağa çıkanlara acımamaları gerektiğini söylemişti.

“Gece sokakta kimi görürseniz görün, kesinlikle cezalandırın; acımayın,” diye ferman buyurmuş.
Bu fermandan haberi olmayan adam, gece dilenmek üzere sokağa çıktı. Bekçi onu hemen yakalayarak dövmeye başladı.

Cannes Film Festivali'nde Türk sineması  tanıtılıyor Cannes Film Festivali'nde Türk sineması tanıtılıyor

Bir yandan dövüyor, bir yandan da:

“Geceleyin sokakta ne arıyorsun? Neden sokağa çıktın? Kılığın kıyafetin buranın adamlarına benzemiyor. Kimsin, nesin, gecenin karanlığında neden sokaklarda dolaşıyorsun?” diye sorguluyordu.


Adam da yalvardı:

“Ben buranın yabancısıyım. Tâ Bağdat’tan geldim. Kötü bir niyetim yok. Aç susuz kaldım. Kimselere görünmeden gece karanlığında dilenmeye çıktım.” dedi.


Bekçi adamı dövmeyi bıraktı:

“Anlat bakalım, tâ Bağdat’tan neden geldin? Deli misin, nesin? İnsan o kadar yolu parasız, pulsuz niye gelir ki?” dedi.

Bunun üzerine, adam gördüğü düşü anlattı.
Bekçi, gülmeye başladı: 

“Sen bir düşe kapılıp buralara kadar gelmişsin anlaşılan, akılsızın birisin. Ben yıllardan beri zaman zaman aynı düşü görürüm. Düşümde bana, ‘Bağdat’ta falan mahallede, filan evin bahçesinde bir define var, git onu al.’ derler de ben dinlemem. Benim aklım başımda senin gibi aptalın teki değilim!” dedi.

Adam bir anda yediği dayağın acısını unuttu. Çünkü bekçinin Bağdat’ta adresini verdiği ev, kendi eviydi. İçinden Allah’a şükretti. Hemen memleketine dönmek üzere yola koyuldu.
Adam yol boyunca Cenâb-ı Hakk’a secdeler ederek, rükûa vararak, senâlarda, şükürlerde bulunarak Bağdat’a döndü. Diyordu ki:

“Bu ne hikmettir ki, isteklerim beni deli bir arzuya düşürerek evimden uzaklara sevk etti, yolumu kaybettim fakat ümitli idim! Şaşkınlığımdan, koşa koşa sapıklık yoluna düştüm. Meğer her an dileğimden biraz daha uzaklaşıyormuşum!”

Bu hikâyede Hz. Mevlana mirasyedi bir adamın tasvir etmiş. “Yokluk, varlığın aynasıdır” der Mevlana.  Bu hikayede herkes kendine düşeni elbette alır…

Kaynak: Derleyen: Derya Öztürk