Bugünlerde dünyayı sarsan bir çatışmanın tam ortasındayız. İran ile İsrail arasında yaşanan savaş, yalnızca iki ülkeyi değil; bölgede yaşayan milyonlarca insanı, hatta dünyanın dört bir yanındaki bizleri de ruhsal olarak etkiliyor. Top, tüfek ve bombaların ötesinde, görünmeyen ama derin yaralar açan bir başka savaş daha var: İnsan ruhunun verdiği mücadele.

Bir uzman olarak, savaş kelimesini duyduğumda ilk aklıma gelen şey ölümler değil, yaşayan ölüler oluyor. Gözümüzün önünde yıkılan şehirler kadar, içten içe çöken zihinler de var. Travmanın coğrafyası yok; Gazze’de bir çocuğun yaşadığı korku ile Tel Aviv’de sığınakta bekleyen bir annenin kaygısı, Tahran’da geceleri uykusuz geçiren bir babanın çaresizliği aynı temel duygudan besleniyor: Güvensizlik.

Savaş sadece mermilerle değil, duygularla da vurur. İnsan beyni, özellikle çocukluk ve ergenlik dönemlerinde, yaşanan her olayı kalıcı izlerle kaydeder. Bugün savaşın ortasında büyüyen bir çocuk, yıllar sonra güvende olsa bile bir havai fişek sesiyle irkilebilir; bir karartma anonsuyla panik atak geçirebilir. Çünkü beyin, “tehlike” ile kodladığı duyguları kolay kolay unutmaz.

Aynı şekilde, her gün televizyon ya da sosyal medyada patlayan bombaları izleyen bizler de farkında olmadan bu savaşın pasif tanıklarıyız. Empati kapasitesi yüksek olan bireylerde bu durum “ikincil travma”ya yol açabilir. Yani kişi, doğrudan yaşamasa bile başkalarının yaşadıklarına şahit oldukça ruhsal yük taşır. Bu yüzden kendinizi yorgun, huzursuz ya da umutsuz hissediyorsanız, bu yalnızca kişisel bir ruh hali değil; kolektif travmanın bir yansıması olabilir.

Bir uzman olarak önerim şu: Bu süreçte duygularınızı bastırmak yerine tanıyın. Kaygı duyuyorsanız bunu kabul edin, başkalarıyla paylaşın. Medya maruziyetinizi sınırlayın. Her haberi takip etmek, olaylara müdahale edemediğiniz hâlde üzerinizde sorumluluk hissetmenize neden olur. Bu ise zihinsel tükenmeyi hızlandırır.

Ve en önemlisi: Umudu kaybetmeyin. Savaşlar biter, rejimler değişir, liderler gelir geçer ama insanın iyileşme gücü kalıcıdır. Bugün dünyanın birçok yerinde, etnik kimliklerine ve inançlarına bakmaksızın barış için dua eden insanlar var. Psikolojide “post-travmatik büyüme” diye bir kavram vardır. İnsan, yaşadığı en ağır travmaların ardından bile yeniden anlam üretebilir. Yeter ki yalnız olmadığını bilsin.