Sabahın erken saatleri… Elinde simitle yürüyen birini gördüğünüzde aklınıza ne gelir? Tabii ki yanında bir çayın olup olmadığı! Çünkü simit tek başına eksik kalır, tıpkı tuzsuz fıstık gibi. Ama neden? Neden bu ikili böylesine ayrılmaz bir parça haline geldi?
Bir teoriye göre, çay ve simit bir halk dayanışmasının simgesi. Simit, sokakların en ulaşılabilir lezzeti; çay ise oturup nefes alma bahanesi. Bir araya geldiklerinde tam bir "halk menüsü" oluyorlar. Üstelik ekonomik sıkıntıların ortasında bile mutluluk yaratmayı başarıyorlar. Çünkü ne diyorlar? "Aç karna çay içmek baş döndürür ama simitle başka bir boyuta geçersiniz."
Geçen gün bir kafede simit ve çay sipariş ettim, ama çayım gelmeden simidi yemeğe başladım. Garson şaşkın bir şekilde baktı, sanki büyük bir günah işliyormuşum gibi. Yan masadan birisi dayanamayıp, "Çay gelmeden yenir mi?" dedi. O an fark ettim: Bu sadece bir yemek değil, bir ritüel. Çayın buharı ile simidin susam kokusu birleşmeden tam anlamıyla bir lezzet elde edemiyorsunuz.
Belki de bu yüzden çay-simit ikilisi bizim en büyük kültürel miraslarımızdan biri. Çünkü sadece bir atıştırmalık değil; keyfin, sohbetin, paylaşımın ta kendisi. O yüzden simidinizin yanına çay almayı unutmayın. Yoksa simit, sessiz çığlığını atar: "Nerede benim çayım?"