Yüksek enflasyon ve beraberinde yaşanan hayat pahalılığı ve alım gücünün düşmesi bu durumda kimin sorumlu olduğu sorusunu akıllara getiriyor. Ekonomide bir sorun söz konusu olduğu durumlarda tek bir kurumu sorumlu tutmak yanlış olur. Ekonomideki yaşanan sorunları bütüncül bir çerçevede ele almazsak sorunları dar bir çerçevede analiz etmiş oluruz.

 

Türkiye’deki yaşanan ekonomik sorunu sadece hayat pahalılığı olarak ele alırsak uzun vadeli çözümler üretemeyiz. Sağlam bir kurumsal altyapıya sahip olmayan hiçbir ülke kalkınamaz. Dikkat ettiyseniz büyüme demiyorum. Çünkü büyüme tek başına refah sağlayamaz. Merkez bankalarının amacı büyümeyi finanse etmek değil, istikrarı sağlamaktır. Amaçlar ve bu amaçlara ulaşılmaya yönelik kullanılan araçlar arasındaki uyumsuzluk finansal krizi beraberinde getirirken, bundan sorumlu olan kurum ise baskı yoluyla finansal kırılganlığı arttırarak ekonomiye olan güveni sarsmaktadır.

 

Son iki yıldır TCMB genişletici para politikası uygulamaktadır. Tüketerek büyüme yapısına sahip olan Türkiye ekonomisinde parasal tabanın  genişlemesiyle oluşan fiyat pahalılığı alım gücünü düşürmüştür. Bireyler alım gücünün dahada düşeceği düşüncesiyle stok yapma yoluna giderek daha çok mal ve hizmet talebinde bulunarak fiyatların artmasını tetiklemişlerdir. Böylece TCMB amacına ulaşamamıştır. Son beş yıldır TCMB’nin yaptığı hiçbir enflasyon tahmini tutmamıştır.  Para politikası yönünden sınıfta kalan Türkiye ekonomisi maliye politikasında da benzer tabloyla karşı karşıya kalmıştır.

 

Yetkili otoritelerin söylemle fiyat istikrarını sağlayamayacağı ortadadır. Döviz cinsi mevduatlara baskı uygulayarak riskten kaçınmaya çalışmak çözüm değil, sorunu ertelemektir. Uzun vadede piyasa dengesi arz ve talebe göre belirlenecektir. Sonuç olarak TCMB’nin amaçlarından çok uzakta kalması zengin fakir ayrımını dahada arttırarak piyasa kurallarına aykırı bir finansal oluşumu beraberinde getirmiştir. Bundan sonra tek merak konusu seçim sonrası Merkez bankasının ne yapacağıdır.