Cumhuriyetin 100. Yılında Türkiye’nin sandık başına gitmesine sayılı saatler kala seçmenin fikrini belirleyici en önemle maddelerden birisi hiç kuşkusuz ekonomi olacaktır. Mevcut iktidarın 21 yıldır yaptıkları ve bundan sonra yapmayı vadettiklerimi yoksa, muhalefetin vaatlerimi toplum nezlinde karşılık bulacağı sorusu Türkiye’nin gelecek  beş yıldaki ekonomi vizyonunu belirleyecektir.

 

Mevcut iktidarın ekonomi politikalarını bir bütün olarak ele almak büyük bir hata olacaktır. Farklı dönemlerde uygulanan farklı politikalar farklı neticeleri beraberinde getirmiştir. Hükümetin politikalarını 3 başlık altında inceleyebiliriz;

 Fiyat istikrarının hedeflendiği Birinci Dönem (2002-2011),

 Fiyat istikrarının yanı sıra finansal istikrarın da hedeflendiği İkinci Dönem (2012-2017)

Cumhurbaşkanlığı yönetim sisteminde günü kurtarmaya yönelik politikaların uygulandığı Üçüncü Dönem (2018-2023)

Birinci dönem TCMB’nin açıktan kararlılıkla uyguladığı fiyat istikrarını sağlamak için elindeki tüm enstrümanları kararlılıkla uyguladığı, Türkiye’nin Ab ile gelişen ilişkilerine paralel olarak sıcak para girişinin arttığı dönem olmuştur. Bu süreçte fiyat istikrarının sağlanması, sıkı para ve maliye politikaları neticesinde olmuştur. Sıkılaştırıcı para politikasının neticesinde ortada aşırı değerlenmiş TL, yüksek cari açık, ve artan işsizlikle karşılaşılmıştır. 2008 küresel krizinin ardından dünyada uygulanan genişleyici para politikasından Türkiye’de payını almıştır. Ancak Türkiye yurtdışından gelen parayı tüketim ve inşaat sektöründe harcamıştır. Sonuç olarak birinci dönemde aşırı değerlenmiş TL halkın alım gücünü arttırırken cari açığıda arttırmıştır. Ödemeler bilançosundaki bu dengesizlik TL’nin değerli olması nedeniyle hissedilmemiştir. Bu dönem bankacılık sektörünün yeniden ayağa kalktığı bir dönem olmuştur.

 

İkinci döneme girilirken ilk dönemde devam eden cari açık sorunu ve TL’nin aşırı değerlenmesi MB’nin sadece fiyat istikrarını değil aynı zamanda finansal istikrarıda sağlamasını bir zorunluluk haline getirmiştir. MB süreçte sermaye girişini yavaşlatarak cari açığı düşürmeye çalışmıştır. Fiyat istikrarı bozulma eğilimine girerken finansal istikrar bu süreçte toparlanmaya başlanmıştır.

 

Üçüncü dönem CB hükümet sisteminin devreye girdiği dönem olarak iktisat tarihi literatürüne girmiştir. Bu süreç fiyat ve finansal istikrarın kaybedildiği, devletin piyasayı denetleyen değil, piyasaya müdahil rolünde olduğu dönemdir. TCMB’nin kontrolsüz faiz indirimlerine paralel olarak reel faizin diplerde olması, reel faizle politika faizinin uyumsuzlaşması, TCMB’nin araç ve amaç uyumsuzluğunu artması, cds primin rekorlar kırması bu süreçteki ana konulardır. Üretim istihdam ekonomisi olarak adlandırılan modelde, faizlerin indirilmesi dövize olan talebi arttırmış, döviz fiyatları öngörülemez bir seviyeye gelince KKM uygulaması devreye sokulmuştu. KKM nin geliri vergilerden karşılanacağı için bu durum gelir dağılımında adaletsizliği dahada arttırmış buda Türkiye’nin gini katsayısına yansımıştır. Naci Ağbal döneminden sonra devreye alınan heteredoks politikalar ekonomide belirsizliği arttırmıştır. İşsizlikte nispi iyileşmenin olduğu bu dönemde alım gücünde daralmalar meydana gelmiştir. TCMB’nin net döviz rezervleri ekside iken MG hesaplamasında net hata ve noksan kaleminde artış meydana gelmiştir. Bu süreçte, Rusya, Çin, katar ve Suudi Arabistan’dan sermaye girişleri artmıştır.2023 yılının ilk yarısını bitirmemize az bir süre kalmasına rağmen  bütçe açığı 400 milyar TL’yi aşkın olması Hükümetin seçim için kesenin ağzını açtığının göstergesidir. Bütçe açığı vergilerle sübvanse edildiği için seçimden sonra kim gelirse gelsin vergilerde artışa gidecektir.  Mevcut bütçe açığı sürdürülebilir ve öngörülebilir değildir.

 

Seçime giderken mevcut iktidar heteredoks politikalarını sürdüreceğini bildirirken, enerjide yerlilik konusuna vurgu yapmaktadır. Karadeniz gazı ve yeni petrol keşifleri ekonomiyi düze çıkaracağı fikrindedir. Muhalefet ise ortodoks politikalara döneceğini vadetmektedir.

 

Cümlelerimizi toparlarken bir hususa dikkat çekmek isterim. Siyasetin bir ikna sanatı olduğu unutulmamalıdır. Siyasetçiler ekonomideki vaatleri çoğu zaman doğruları yansıtmaz. Hedefleri kişilerin duygularını etkileyecek vaatlerle iktidara gelmektir. Thomas Sowellin dediği gibi Ekonomide ilk ders kıtlıktır. Buna göre, insan ihtiyaçlarını karşılamakta kullanılan her şey kıttır. Siyasetteki ilk ders ise, ekonomideki ilk dersin dikkate alınmamasıdır.