Türkiye Cumhuriyeti monarşiye doğru evriliyor mu?

Bu ihtimal Cumhuriyet ve Monarşi tanımları karşılaştırıldığında öyle gibi görünüyor.

Cumhuriyet, siyasal denetimin doğrudan doğruya halkın ya da düzenli aralıklarla halkın özgürce seçtiği temsilcilerin elinde bulunduğu, toplumsal ve ekonomik durumu ne olursa olsun tüm yurttaşların eşit sayıldığı yönetim biçimini tanımlıyor.

Monarşi ise siyasal gücün bir tek kişinin elinde bulunduğu ve yönetimin genellikle kalıt yoluyla aile bireylerine geçtiği devlet biçimini anlatıyor.

Cumhuriyet tanımından yola çıkacak olursak günümüz Türkiye'sinde siyasal denetimin doğrudan doğruya halkın elinde bulunduğunu söyleyebilir miyiz, hayır, nedeni Türkiye'de herhangi bir siyasi partiye üye olanların sayısının yok denecek kadar az olması.

Diğer yanda siyasi partilerin değil üyeleri, delegeleri bile önseçim yapılmadığı için atıl ve vasıfsız durumdalar, yani yok hükmündeler, bu durum ne yazık ki demokrasi havarisi kesilen sosyal demokrat partilerin de tamamında böyle.

Hafızanızı fazla zorlamayın, son seçimde bile milletvekili adaylarını halk mı, parti üyeleri mi, yoksa delegeler mi seçti, cevap hiç biri, her bir adayı tek tek genel başkanlar belirledi, daha önceki yerel seçimleri unutmadınız değil mi, başkan adaylarını kim belirledi, yine genel başkanlar.

Peki, toplumsal ve ekonomik durumu ne olursa olsun tüm yurttaşlar eşit sayılıyor mu, oy kullanma aşamasında evet, herkesin bir oy hakkı var, herkes bir oy kadar eşit, ama iş yönetimlerde yer almaya gelince olayın rengi değişiyor, burada toplumsal statü ve ekonomik güç devreye giriyor, düşük gelirli köylü, çiftçi, esnaf, dar gelirli memur veya asgari ücretli bir işçinin milletvekili olma şansı yok, belediye başkanı, hatta belediye meclis üyesi olma şansı da.

Monarşi tanımından bakacak olursak da siyasal gücün bir tek kişinin elinde bulunduğunu görebiliyoruz, özellikle demokratik parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçilmesinden sonra yasama, yürütme, yargının tek bir kişide toplandığını yaşayarak gördük.

Yönetimin genellikle kalıt yoluyla aile bireylerine geçtiğini henüz derinden yaşamasak da ufak tefek bazı örnekler de yok değil, örneğin; yaklaşık 18 yıl başbakanlık görevinde bulunan İsmet İnönü'nün oğlu Erdal İnönü 3 yıl başbakan yardımcılığı yapmış, 1993 yılında ise 1,5 ay süreyle başbakanlık görevine vekalet etmiştir.

Sonrasında Adnan Menderes'in oğlu Aydın Menderes, Alpaslan Türkeş'in oğlu Tuğrul Türkeş, Osman Bölükbaşı'nın oğlu Deniz Bölükbaşı, Turgut Özal'ın oğlu Ahmet Özal, Necmettin Erbakan'ın oğlu Fatih Erbakan, Deniz Baykal'ın kızı Aslı Baykal, Bülent Arınç'ın oğlu Ahmet Mücahit Arınç, İhsan Arslan'ın oğlu Mücahit Arslan, Abdülkadir Yüksel'in oğlu Mevlüt Yüksel, Yaşar Karayel'in oğlu Emrah Karayel, Şevki Yılmaz'ın oğlu Mehmet Akif Yılmaz, Mehmet Ağar'ın oğlu Zülfü Tolga Ağar gibi bir çok evlat babalarının ardından milletvekili olurken, Haydar Baş'ın oğlu Hüseyin Baş da vefatından sonra babasının yerine Bağımsız Türkiye Partisi Genel Başkanı oldu.

Türkiye'nin bir çok il ve ilçesinde belediye başkanı olanlar da toplumsal statüsü ve ekonomik gücü yüksek olan adaylardı, içlerinden bazıları daha önce babaları belediye başkanlığı yapanların çocuklarıydı.

Tabi Berat Albayrak gibi damatları, yeğenleri, dünürleri, partilere ekonomik destek sağlayan yakın dost ve hatırı sayılır arkadaş çocuklarını saymama gerek yok.

Türkiye'ye 22 yıldır aynı kişi başkanlık yapıyor ve 11 yıldır da aynı kişi muhalefet ediyor, bunların ekipleri de aileleri ve yakın çevreleriyle her daim yönetimdeler.

Birinin sürekli kazandığı için kalıyor olması sorun değilmiş gibi görünürken, diğerinin sürekli kaybettiği halde kalması Monarşik bir yapının kanıtı değil de nedir?

Cumhuriyetin tüm güzelliklerini yok sayıp, halkın geniş katılımla yönetimlere gelmesini sağlamak yerine, siyaseti aynı kişi, aile ve grupların tekeline bırakmak vatana, vatanseverlere, halka ihanet değil mi?

Şunu halka -özellikle de sosyal demokratlara- sormak istiyorum; siz gerçekten Monarşi ile mi yönetilmek istiyorsunuz?