Herkesin ara sıra tanımlayamadığı duyguları vardır. Mesela üstünde bir ağırlık olur sanki biranda geçecek ya da üzerine yapışıp sonsuza kadar onunla yaşayacak gibi... O ağırlık her yere sizinle gelir, insani bunaltır, daraltır, öyle bir nefes almak istersin ki o duygu gökyüzüne uçup gitsin. Orman yürüyüşüne çıktığım da bu duygular benim pesimi bırakmamıştı. Öyle bir nefes alayım ki her şey geride kalsın. Beynim bir kasenin içinde biriktirilmiş arta kalmış duygular ibaretti. Bir kasenin içine biraz kiraz, çilek, armut, üzerine tuz, karabiber eklenmiş, bir tutam zencefil bir kaç tane zeytin, peynir, acı turşu üzerine şeker ve reçel ekleyip süt ilave edilerek güzelce blandırdan geçirilmiş gibi... Beynim ne olduğu belli olmayan bu sıvı parçasıyla birlikte hareket ediyordu. Yürüyüşte rehavete kapılan ruhumu dinlendirmek için bir ağacın altına yığıldım. Başımı yastığa koyar gibi toprağın üzerine bıraktım. Ağaç beni anlamış gibiydi. Beynimde ne varsa almaya başladı. Kafamın üst kısmından bir delik açıldı ve karman çorban olan o kasenin içinde ki her şeyi adeta emdi. Kafamın içinden akarken hepsini hissediyordum. Ağaç beni rehabilite ediyordu. 10 dakika ya var ya yok ama ayların biriktirdiği kötü ne varsa hepsini alıp gitti üzerimden. İşte bu yüzden insanlar üzerime ne zaman kötü enerji yüklemeye başlasa işte o vakit atarım dağlara kendimi. Dağ sadece dağ değildir. Beni böylesine iyi eden iyi hissettiren ağaçlara, ormana kötü davranıyorlar ya sanki kolumu bacağımı kesiyorlarmış gibi hissediyorum.