Eskiden sıkılmak kadar doğal bir şey yoktu. Çocukken okuldan gelip boş boş tavana baktığımız, camdan dışarı izlediğimiz ya da hiç bir şey yapmadan saatlerce boş boş durduğumu zamanları hatırlıyor musunuz? Şimdi ise sanki sıkılmak kötü bir olaymış gibi geliyor insanlara.
Arkadaşınıza ya da yakın çevrenizden birine sıkıldığınızı söylediğiniz zamana sanki çok büyük bir ‘günah’ işlemişiz gibi tepki veriyorlar. Telefon elimizde, bildirimler peşimizde, izlenecek onlarca dizi, dinlenecek yüzlerce şarkı var. Bir an bile boş kalınca hemen elimiz bir ekran arıyor.
Sanki kötü bir olaymış gibi lanse edilen ‘sıkılmak’ gerçekten de kötü bir şey mi? Belki de tam tersi. Belki de sıkılmak, zihnimizin nefes alması için bir fırsattır. Çünkü yaratıcılığın devreye girdiği ve hayal dünyamızın çalışmaya başladığı an bu andır. Çocukken sıkıldığımız zaman hayal gücümüz ve yaratıcılığımız devreye girer ve kimsenin bilmediği oyunlar hatta diller icat ederdik. Şimdi ise her anımızı doldurmaya o kadar alıştık ki, beynimize durup düşünme şansı bile tanımıyoruz.
Sıkılmak bir duraksama anıdır aslında. Zihnin boş kalması yeni fikirlerin yeşermesi için toprak görevi görür aslında. Belki de en güzel projeler, en parlak düşünceler, hatta hayatımızı değiştirecek farkındalıklar biraz boş kalabilmekten geçiyor.
Bir düşün, en son ne zaman gerçekten sıkıldın? Ne zaman hiçbir şey yapmadan sadece durup düşündün ve hayal gücünün seni ele geçirmesine izin verdin?