FED son faiz kararıyla son 15 yılın en yüksek faizine ulaşmış oldu. Bir taraftan yaşanan enerji maliyetlerindeki artış, bir diğer taraftan yaşanan yüksek enflasyon gelişmiş ülkeleri faiz arttırımına itmiş durumda.  Küresel resesyon şimdiden kesin gözüyle bakılırken merkez bankaları faiz artırımına devam ederek resesyondan çıkışı zor hale getiriyor. Yüksek enflasyona karşı sadece finansal uygulamalarla netice almak mümkün değildir.

 

Türkiye yüksek cds primi yüksek enflasyon ve yüksek kur üçlemesinin arasında sıkışmış durumdadır. Bunun üzerine küresel küçülme beklentileride eklenince içinden çıkılmaz bir durumla karşı karşıya kalmış oluyoruz. Türkiye ekonomisi gelişmiş ülkeler kadar finansal derinliğe sahip olmadığı için mali baskılara açık hale gelmiş oluyor. Finansal sektör üzerinde oluşturulan baskılar piyasa kurallarına aykırı olduğu için ters seçim ve ahlaki tehlike sorunu ortaya çıkmaktadır.

 

Finans sektörü teknolojinin gelişmesinden, toplumun refah artışına kadar birçok konuda öncü rol üstlenmektedir. 1980 yılında çıkarılan 30 ve 32 sayılı kararnameler Türkiye ekonomisi için bir dönüm noktası olmuştur. Türkiye ara ve yatırım malı ithalatını önlemeden finansal liberilizasyona giriştiği için işçi ücretleri talep arttırıcı bir unsur olmaktan çıkıp bir maliyet unsuruna dönüşmüştür. İşçi ücretleri bir maliyet unsuru olduğu için finans sektörü istenilen büyümeyi tam anlamıyla gerçekleştirememiş, finans sektöründe başı bankalar çekmiştir. Özellikle faiz indirimleri sonrası bankaların çok yüksek kar artışı belli kesimlerin akıllarında soru işareti bırakmıştır. MBnin faiz kararı sonrası düşen politika faizidir. Bankların MB den borç alırken aldıkları faizdir. Bu alınan karar bankaların daha çok kar elde etmesine yol açar. Ancak bankalar üzerinde oluşturulan finansal hareketliliği önleyici tedbirler MB nin almış olduğu kararla ters düşmektedir. Burada amaçlar arası uyumsuzluk söz konusudur. Kurumlar arası amaç uyumsuzluğu çelişkiyi beraberinde getirip finansal kırılganlığı arttırmaktadır.