Evden dışarı adımımızı attığımız andan itibaren bizi bambaşka bir dünya karşılıyor adeta. Harcama yapma isteğimiz ve gereksinimimiz olmasa bile alışverişten kendimizi geri koyamıyoruz. Hele birde gittiğimiz yer bir avm gibi tüketim çılgınlığının had safhaya ulaştığı yerler ise çoğunluğun peşinden gidiyoruz. Kimimiz ay sonunu getirmekte zorlanırken kimimiz bu soruna ortak arayarak dertlerinden kurtulmaya çalışıyor. Büyük e-ticaret firmalarının indirim başlattığı zamanlarda kargo firmaları adeta felce uğruyor. Peki neden ihtiyacımız olmadığı halde bu kadar tüketim yapıyoruz?

İktisadın tanımında bu sorunun cevabını bulabiliriz. Neoklasik iktisadın kurucusu  Alfred Marshall iktisadı tanımlarken sonsuz olan insan ihtiyaçlarının kıt kaynaklarla karşılanmasını incelediğini belirtmişti. İlk sorumuz şu olmalı insan ihtiyaçları gerçekten sonsuzumdur? Yoksa sonsuz olan insanın isteklerimidir? İhtiyaçlar denince akla ilk gelen isim Abraham Maslow’dur. Maslow ihtiyaçlar hiyerarşisini tanımlarken bir alt kategorideki gereksinim tamamlanmadan bir üst kategoriye geçilemeyeceğini söylemişti. Maslowun ihtiyaçlar hiyerarşisi günümüzde de hala geçerliliğini korumaktamıdır acaba? Telefon, araba, bilgisiyar günümüzde yemek kadar insanın temel ihtiyacı haline gelmiştir. Sabah gözünü ilk açtığında sosyal medya hesaplarını kontrol eden kişi sayısı her geçen gün artmaktadır. Teknolojik gelişmeyle birlikte insanların ihtiyaçları ve öncelik sıralamaları değişmekte eskiden lüks olarak görülen istekler ihtiyaç haline dönüşmektedir. Günümüz liberal sistemi insanı iktisadi insan yani Homo economicus olarak tanımlamaktadır. Tam bilgi, doyumsuz, çıkarcı, çoğu aza tercih eden insan modeli olan homo economicus merhamet, şefkat, yardımlaşma duygularını ortadan kaldırmaktadır. Evden dışarı çıktığımızda iktisadın öngördüğü insan modeliyle karşılaşıyoruz. Büyük firmaların insanı cezbedici reklam stratejileri ve sosyal mecralar bizim düşünmemize müsaade etmiyor. Onların yazdığı senaryoda bize sadece verilen rolü oynamak düşüyor. Dünyanın farklı yerlerinde benzer dizilerle, reklamlarla, televizyon programlarıyla dünya vatandaşlığı adı altında insanı kontrol altına almaya çalışan dev firmalar israfı had safhaya çıkarıp Afrika başta olmak üzere milyarlarca insanın açlık sınırı altında yaşamasına neden oluyor.

Dünyanın bir tarafında insanlar açlıktan ölürken diğer tarafında obeziteden hayatını kaybetmesi bize dayatılan sistemin acımasız yüzünü göstermektedir. Bu sistem sürdürülebilir ve uzun vadeli değildir. Türkiye’de şehirleşmeyle birlikte  toplumsal yaşantıda eksen kayması yaşanmış israf oranı hızlı bir artış göstermiştir. Türkiye İsrafı Önleme Vakfı'nın 2020 yılı raporuna göre Türkiye'nin yıllık gıda israfı ortalama 4 milyar euro'ya denk gelmektedir.  Türk lirası olarak yıllık israf ortalaması 555 milyar tl olmuştur. Bu parayla  her biri 250 bin TL değerinde 2 milyon 220 bin konut, 300 yataklı ve tanesi 30 milyon TL değerinde 18 bin hastane, 3 milyon TL değerinde 16 derslikli 180 bin ilkokul ve ortaokul, kilometresi 2 milyon TL olan 278 bin km otoyol, 2 milyon 775 bin işletmeye 200 bin tl hibe verilebilirdi. Bu rakamlardan sonra karar bizim. Ya bize dayatıldığı gibi tüketime devam edeceğiz ya da   bu durumu tersine çevirip daha fazla hizmetten faydalanacağız