Dünyaya gözümüzü açtık. Hayat denilen bir sürede, ruhtan uzak, tanımlayamadığımız bir yarışın içeresinde bulduk kendimizi. Tek gayemiz vardı kazanmak, zengin olmak. Hayata geliş gayemizi sorgulamak istediğimizde Martin Luther bizim yerimize cevabı vermişti. Kainata, insana, hayata yabancıydık. Bize ait olmayan bilmediğimiz bir diyarda gurbetteydik.

Neo cahiliye dönemindeyiz. Artık insanların putlara tapmadığı yanılgısı içeresindeyiz. Teknolojiyi ilahlaştırıp ona ulaşmak için çabalamanın ibadet olduğu bir çağdayız. Kendi ürettiklerimizi ilahlaştırıp işi bittikten sonra atmakla, helvadan yapılan tanrıları acıkınca yemek arasında hiçbir fark yoktur. Yakın bir zaman diliminde sanal tanrıların ortaya çıkacağı, dijital vatandaşlıkla insani kimliğin ortadan kalkacağı günler uzak değil.   Cahiliye dönemi adetlerinden olan kız çocuklarını diri diri toprağa gömüldüğü bir dönemden, yılda 60 milyon çocuğun kürtajla diri diri öldürüldüğü bir dönem arasında fark yoktur.

Şehirlerimiz gurbette…                                                                                                                       Her  insan yaşadığı şehrin aynasıdır. İnsan şehirde yaşamaz, şehir insanı yaşatır. İnsana  ruh verir, yol gösterir, kemale erdirir, çağ açtırır, çağ kapattırır. Ruhunu kaybetmiş bir şehir mezarlıklarıyla dertleşir. Şanlı mazisini özler, ağlar. Tarihi çeşmelerden akan şehrin gözyaşlarıdır artık.

Bedenlerimiz gurbette…                                                                                                               Vücudumuz bize ait değil. Kendimiz için değil, sistemin dayatmalarını elde etmek için çalışıyoruz . Bedenimiz dev markaların ücretsiz tabelası olmuş durumda. Yabancıların reklamını yapabilmek için yarışa girmiş durumdayız.

Ruhlarımız gurbette…                                                                                                             Kulaklarda  ezanın değil, ruhları katranlaştıran , Zeus’un kızı mousa kökenli, kilise temelli müziklerin sesi. Dillerde hikmetli sözler değil gıybet ve iftira. Gözlerin hakikate değil ahlaksızlığa yöneldiği, alimlerin linçe maruz kaldığı, cahillerin baş tacı olduğu,  inanmanın zor aldanmanın kolay olduğu bir çağdayız.

Gurbetteyiz…                                                                                                                                    Frenk ülkesi, dalalet şehri, inkar mahallesinde öz vatanımız olan Darul İslam’ın hasretiyle yanıp tutuşuyoruz.

Bir nesil gelecek. Efendimizden başka önder tanımayan. Marka Müslümanlığını reddeden.Teknolojiyi ilahlaştırmayan. Köklerinde sevgi ve merhamet olan bir nesil. Z kuşağı değil zalimin karşısında elif gibi dimdik, hakkın huzurunda vav gibi eğilen bir nesil. Artık büyüklerin yapması gereken efendimizin gençliğe verdiği değeri idrak edip gençliğin hakikatle buluşmasında yardımcı olmaktır. Müslüman gençler hak ve hakikatle buluşunca İslam’ın sancağını daha ileriye taşımak için bayrak yarışına girecekler. Yesribe çevrilmeye çalışılan  şehirlerimizi yeniden medeniye çevirip hakikate aç ruhları ihya şehirleride inşa edip Darül İslam’ı kuracaklardır.