1989 yılında demir perdenin kaldırılmasının ardından dünya küreselleşme olgusunun içerisine girdi. Dünya ekonomisi ve ticareti Dünya Bankası, IMF, Dünya Ticaret Örgütü merkezli bir yapıya bürünmüştü. Sovyetlerin yıkılmasının ardından doğu bloğu ülkeleri küresel sisteme adapte olmak için uzun uğraşılar gösterdiler. ABD ve AB nin çizmiş olduğu yol haritası gelişmekte olan Asya ülkeleri için tek çözüm olarak görülmekteydi. Washington uzlaşısı neo-liberal iktisatçılar tarafından Güney ülkelerini küresel sisteme adapte etmek için hazırlanmış bir formüldü.

Bu formül devlet müdahalesini reddeden, serbestliği ön plana çıkaran, özel mülkiyeti serbest bırakan, piyasa tekellerine göz yuman bir formüldü. Brezilya, Vietnam, Hindistan gibi gelişmekte olan ülkeler ilk başlarda bu modeli uygulamaya alınca hızlı bir büyüme gerçekleştirdiler. Ancak bu model karmaşık ekonomik etkileşimlere ilişkin sorunları beraberinde getirdi. 1970 OPEC krizi, 2008 krizi, kabul edilen neo-liberal politikaların yüksek işsizlik, paylaşımda adaletsizlik, devletlerin aşırı borçlanması gibi sorunları beraberinde getirdi.


Gelişmekte olan ülkeler küresel krizlerden hızlı bir toparlanma sergileyerek çıkamazken Çin  kendine özgü yeni modeliyle, özellikle gelişmekte olan ülkelerin ve AB nin ilgi odağı haline geldi.


Turin’e göre Çinin pekin mutabakatıyla uyguladığı model gelişmekte olan ülkeler için yepyeni bir perspektif çizmekteydi. Bunlar inovaysan, dinamik hedeflerin izinden gitme, ekonomik politikaların yapımında kendi kaderini tayin etme hakkıydı. Çinin iktisadi kalkınma modeli olan neo-konfüçyüs, ekonomik olarak büyüme ve kalkınmanın sağlanabilmesi için gelenek ve kültürün önemini temel alır. Bu model büyümeyi arttırmak ve piyasa aksaklıklarını ortadan kaldırmak için devlet tarafından kalkınmayı esas alır. Belirli konularda eleştirilerin odağında olan bu model büyük oranda başarıya ulaştığı söylenebilir. Çin bu modeli güncelleyerek kalkınmasına devam etmektedir. Bu model 10 yıl içerisinde 800 milyondan fazla insanı yoksulluktan kurtararak önemli bir başarı sergilemiştir. Dünya Bankası Çinin bu başarasını şöyle tanımlamaktadır;
Çin modeli, istikrarlı bir büyüme sağlamayı ve işçi sınıfının kitlesel olarak toplumda yükselişini amaçladığı için Batılı bilim insanları ve politika yapıcılar arasında ilgi görmeye devam ediyor. İyi yönetişim modelleri ve büyüme arzusuyla birleşen Çin’in ekonomi politikaları, 800 milyondan fazla insanın yoksulluktan kurtarılmasıyla sonuçlanmıştır.

Çinin bu anlayışı istikrarlı büyüme ve tüm dünyaya  entegrasyon şeklinde, mevcut ekonomik ve sosyal bütünleştiricilere dayalı daha pragmatik yaklaşımın izinde gitmektedir. Çinin başarısında göz ardı edilemeyecek en önemli etkenlerden biriside başarılı bir yönetişim dir.
Batılı iktisatçıların bu modele en fazla yaptığı eleştiri ise otoriter, toplum üzerinde baskı oluşturan bir siyasi yapının olmasıdır. Çinin bir diğer eksik olduğu konu doların karşısına rakip olabilecek küresel bir para birimini çıkaramamış olmasıdır. Ancak Çinin blokchain konusunda yaptığı atılımlar önümüzdeki yıllarda yeni sürprizler yapabileceğini göstermektedir.

Çin ve ABD arasında devam eden ticaret savaşları, soğuk savaş şeklinde deva etmektedir. Birbiriyle iç içe geçmiş iki ülke ekonomisi, yaşanabilecek askeri müdahalelerde tüm dünyada küresel bir krize neden olacaktır. Çin kuşak yol projesi ve Afrika açılımıyla ABD gibi yüksek maliyetli askeri harekatlar yerine yumuşak müdahaleleri uygulamaktadır. Dünyanın farklı yerlerinde açtığı Konfüçyüs enstitüleriyle özellikle Afrika’da zengin ailelerin çocuklarının kendi okullarında eğitim görmesini sağlayarak etki alanını genişletmeye çalışmaktadır. Afrika limanlarına hızla el koyması ve Asya bölgesine yaptığı açılımlarla  dünya ticaretinin yönünü arka plandan değiştirmeye yönelik adımlar atmaya devam ediyor.

2030 yılında Çinin dünyanın en büyük ekonomisi olacağı tüm çevrelerce kabul edilmiş durumda. Çin liderliğe ilerlerken ekonomi modelinde önemli değişikliklerde gidiyor. Üretime dayalı modelde revizyona giderek, yatırımlarını yüksek teknolojiye kaydırarak iç talebide arttırmaya çalışmaktadır.

Çinin kendi geçmişi ve kültüründen ilham alarak oluşturduğu modelde başarıya ulaşması diğer dünya ülkelerinin  Batı ve ABD nin sunduğu model dışında kendi hikayelerini yazabileceğini göstermektedir. Avrupa teknoloji yarışında Çinin gerisinde kaldığı kabul edilmesi gereken bir gerçektir. Dünya ekonomisinin yönü artık yeniden Asya bölgesine kaymaktadır. Almanya her yıl 400.000 işçi alacağını ilan etmesi Avrupa’nın dinamizmini kaybettiğinin net göstergesidir. Türkiye kendi milli ve manevi değerlerini esas alan, yüksek teknoloji ve ağır sanayi merkezli, Adil Düzene ve  hakça bölüşüme dayalı bir model uyguladığı takdirde çevresindeki İslam ülkelerinide etkileyerek yepyeni bir süreci başlatıp bunun öncülüğünü yapabilir.